Kolları uzun gelen siyah, biraz da parlak cübbesinin içinde kaybolmuş gibi hissediyordu kendini. Avuçlarının arasındaki kalın, silindirik araba sapını tüm gücüyle ittirdi ve duvara temas eden bedeninin boşluğun içerisinde kayboluşundan aldığı hazzı belirtmek istercesine birkaç hareket yaptığında bir ayağının diğerine takılmasıyla beraber yere yığıldı, küçük çocuk. Parmaklarından kurtulan araba, hızla ileri doğru gidip başka birine çarpacakken yükseldi ve çocuğun tepesinde dikilen siyah takım elbiseli adamın elindeki asaya doğru gelmeye başladı. Birkaç dakika kendine gelmeyi denedi, yavaşça ayaklanarak toparlandı. Babasının kendisini rezil olmaktan bir nebze kurtarmış olmasına minnet duyarak eşyalarıyla beraber trenin içine girdi.
Hayatında ilk kez gördüğü trenin pek hoş görünmeyen içinde, kendisini bir yılanın midesinde gibi hissediyordu. Hiç tanımadığı insanlar arasından süzülüp geçti, sol göğüslerinin üzerindeki armalara dikkat etti. Kendisi gibi Hogwarts arması takan birisini bulsa, direk yanına ilişecekti; ancak onun gördüğü dört renkten ibaretti... Kendisi kadar küçük görünen birkaç öğrencinin bulunduğu bir kompartımana attı kendini; tam o anda kapı kaptı cübbesinin eteklerini. Küçük yavrucak bir düşme olayını toparladı, valizlerini ayağının ucuna koyarken kendini bir köşeye bıraktı.
Kimse konuşmuyordu, sessizdi her yer. İç cebinden ince ve kısacık asasını çıkarttı incelemeye koyuldu. Hâlâ konuşan yoktu. Yol boyunca baktı ona, sonra hava kararmaya başladı. “Yaklaştık” dedi büyük sınıflardan birisi, vagonlarda gezinerek. Birinci sınıflar, kendisiyle beraber toparlanıp valizlerini orada bırakırken Betelgeuse, tereddüt etti bir an. Kendi kendine havalanan bavullar, belirli bir yöne doğru giderken asasını iç cebinden tekrar çıkarttı, özenle yerleştirdi ardından. Kapının açılmasını beklemeye başladı, en öndeki çocuğun arkasından.
Sıkıcı geçen bir yolcuğun sarsıntılarını üzerinden atmak için altında yürümeye başladı yıldızlı gecenin.